Hazreti Mevlâna İle Hızır Aleyhisselam



Şemseddin Attâr (k.s) anlatıyor:

Hazreti Mevlâna bir gün camide vaaz ederken, mevzû; Hızır ile Mûsâ aleyhisselâmın kıssasına gelmişti. Bu kıssayı, öyle fesâhat ve belâgat ile anlatıyordu ki, herkes nefesini kesip, can kulağı ile dinliyordu. Benim yanımda bir şahıs ise başını önüne eğmiş bir şeyler mırıldanıyordu. Kulak verdim, dediklerini anladım.

Âşık Öldüren Mescid



Rey şehrinin yakınlarında bir mescid vardı. Bu mescidde kim gecelediyse sabahleyin ölüsü bulunuyordu. Bu yüzden o civarda yaşayanlar geleni gideni uyararak, "Sakın bu mescidde konaklamayın. Kuvvetli bir büyü veya tılsım mı var? Yoksa güçlü perileri mi var? Bilemiyoruz. Bildiğimiz, burada yatanın sabaha canını teslim etmiş olarak çıkması. Canını seven, bu mescidde yatmasın" diyorlardı. Hatta, tedbir olarak gece olunca mescidin kapısına kilit vurmayı düşündüler.

Kör, Sağır, Çıplak


 
Sebe şehri, çok büyük bir şehirdi. Öylesine büyüktü ki, büyüklüğü bir tepsi kadardı. Bu ulu ve büyük şehir, çok uzun olmasının yanında, çok da sağlamdı. Ama sağlamlığı bir soğan kadardı.

Sebe şehrinde sayısız insan ve diğer canlılar yaşardı. Fakat hepsi üç kişiden ibaretti. Onlardan biri kör, biri sağır, diğeri de çıplaktı.

Dünya Malına Muhabbet




Selçuklu Sultânı Rükneddîn, Hz. Mevlâna'ya beş kese altın gönderip almasını arzu etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Hz. Mevlâna'ya altınları arz edince, Mevlâna (k.s);

"Beni hakîkaten seviyorsanız, bu altınları dışarıdaki çamurun içine atın!" buyurdu.

Dua..



Dertsiz yapılan dua soğuktur, bir işe yaramaz. Fakat dertli iken, acı çekerken edilen dua; gönülden kopar gelir.